Üniversitede şapka işaretinin kaldırılmasını savunan prof. a öğrencileri tahtaya şunu yazı yazarak cevap vermiş:
Hocam karınıza ortak olabilir miyiz?

2000 yılında yayımlanan İmlâ Kılavuzu’nun “Ünlüler üzerinde düzeltme iÅŸareti” bölümüne göre (s. 7) düzeltme iÅŸaretinin kullanıldığı yerler

1. Yazılışları bir, anlamları ve okunuşları ayrı olan kelimeleri ayırt etmek için, okunuşları uzun olan ünlülerin üzerine düzeltme işareti konur: adem (yokluk), âdem (insan); adet (sayı), âdet (gelenek, alışkanlık); alem (bayrak), âlem (dünya, evren); aşık (ayak bileğindeki kemik), âşık (vurgun, tutkun); hakim (hikmet sahibi), hâkim (yargıç); hali (pazar yerini), hâli (durumu, vaziyeti); hala (babanın kız kardeşi), hâlâ (henüz); şura (şu yer), şûra (danışma kurulu).

2. Arapça ve Farsçadan dilimize giren birtakım kelime ve eklerde g, k, l ünsüzlerinin ince okunduğunu göstermek için, bu ünsüzlerden sonra gelen a ve u sesleri üzerine düzeltme işareti konur: dergâh, gâvur, ordugâh, tezgâh, yadigâr; dükkân hikâye, kâfir, kâğıt, kâr, mahkûm, mekân, mezkûr, sükûn, sükût; ahlâk, billûr, evlât, felâket, hilâl, ilâç, ilân, ilâve, iflâs, ihtilâl, istiklâl, kelâm, lâkin, lâle, lâzım, mahlâs, selâm, sülâle, telâş, üslûp.

3. Nispet i’sini göstermek için düzeltme iÅŸareti kullanılır: ahlâkî, dahilî, dünyevî, edebî, fikrî, haricî, iktis ad î, insanî, medenî, sıhhî, siyasî.

Word’de düzeltme iÅŸaretlerini yazmak

Shift ve 3 tuşuna aynı anda bastıktan sonra
a ya basınca â
i ye basınca î
u ya basınca û çıkar.

Word dışında düzeltme işaretini kullanmak

Alt+0194 Â
Alt+0206 ÃŽ
Alt+0219 Û
Alt+0226 â
Alt+0234 ê
Alt+0238 î
Alt+0251 û

—–

İki defa Pulitzer Ödülü kazanmış, tanınmış yazar Norman Mailer’e bir soru soruldu: Amerika’yı daha iyi bir hale getirmek için tek birÅŸey yapmanız istense ne yapardınız? 82 yaşındaki sosyal gözlemci yazarın cevabı ÅŸu: Televizyondaki reklamlar kaldırılmalı.

Bu da nereden çıktı? diye düşündünüz belki. Yazarın bu konudaki fikirleri şöyle özetlenebilir:
Öğrencilerin kitaplara ilgisi azalmıştır. 2002 yılında, yıl boyunca liselilerin okudukları kitap sayısında yirmi yıl öncesinin verilerine göre yüzde 25’ten fazla düşüş var. Okuma sevgisinin azalması okuma kaabiliyetini yokeder. Okuma kaabiliyeti öğrenme kaabiliyeti ile doÄŸrudan baÄŸlantılıdır. Okumayı seven çocuk okulda baÅŸarılı olur.
Okurken zihnin bir yere toplanması, yani konsantrasyon bilgiye giden en esaslı yoldur. Çalıştırılan kasların gelişmesi gibi o da kullanılırsa gelişir. Faaliyet halindeki çocuğun konsantrasyonu güçlü olur.
Altmış yıl önce çocuklar saatler boyu kitap okuyabilirdi. Okudukça daha iyi okuyucu olurlardı. Onların konsantrasyon kaabiliyetleri nefes almak gibi olağan bir şeydi. Televizyonun ortaya çıkışı konsantrasyonun tabiatını değiştirdi. Artık saatler boyu televizyonun karşısında oturmaktadırlar. Fakat televizyon seyrederek de konsantre olma kaabiliyetlerini geliştirebilirlerdi, çünkü televizyon ve kitabın ortak bir paydası vardır: İkisinde de bir şey anlatılır.
Televizyonun ilk yıllarında, dikkatini ekrana veren çocuğun okumaya ilgisinin de artacağını umud ettik. Televizyon kendi başına kalsa idi, yani kesintiye uğramayan programlardan ibaret olsa idi bu olacaktı, fakat çok geçmeden programlar bitmez tükenmez kesintilere uğramaya başladı: Reklamlar ortaya çıktı. Bugün her akşam saat 8 ile 11 arasında 52 dakika reklam vardır; yani her 7, 10 ya da 12 dakikada bir, çocuğun ekranda olan bitenlere yönelmiş dikkati reklamlar tarafından kesilir.

Çocuk en ilgi çekici hikâyenin bile biraz sonra, üç dakikanın içine sığdırılan türlü türlü oyuncak, yiyecek, içecek, eğlence, araba reklamlarıyla kesileceğini bilince konuya konsantre olmanın kendisine faydası olmadığı inancını geliştirir, uyuşuk bir halde televizyonun karşısında oturmaya alışır, böylece öğrenme melekeleri dumûra uğrar. Ve başarısız öğrenciler ortalığı doldurur.

—–

BS uzmanları kendi projelerine çok yoğunlaşırlar ve haftalık toplam çalışma süresine ya da olağan çalışma saatlerine az dikkat gösterirler.
BS uzmanları, bir sorunu çözmek amacıyla bütün bir gece veya hafta sonları da çalışabilirler. BS uzmanlarının bu kişilik özellikleri, bilişim mesleğine bağlılıkları ve esnek saatlerde çalışmaya eğilimleri, onları diğer çalışanlara benzer hale getirmeye gayret eden yöneticiler için sorunlara neden olabilir.
Deneyimli programcı ve analistlerin az bulunur olması, BS uzmanlarının eğer ücretlerinden ve koşullarından mutlu değillerse, her zaman başka şirketlere geçebilecekleri anlamına gelir.
Yönetim, iş kolunun koşulları ve ücret düzeyleri konusunda hassas davranmalı ve bu konumdaki çalışanlarına durumlarının karşılığını ödemeyi garanti etmelidir. BS uzmanlarının ücretleri hızla artmaktadır.
BS uzmanlarını diğer çalışanlarla aynı iş saatlerinde çalışmaya zorlayan her girişim kısa sürede üretkenliğin düşmesine veya eleman kaybına ya da ikisine birden yol açmaktadır.

(Zuhal Tanrıkulu-Yönetim Bilişim Sistemleri)
—–

6 Åžubat 330 günü hava gayet güzel ve deniz pek sakindi. Adalar Denizinin açık mavi tüllere bürünen ufukları önünde karşıdan Bozcaada’ya kadar uzayan büyük bir dâirenin muhtelif noktalarında toplanan düşman savaÅŸ gemileri, o günün, hadiseli günlerden birini teÅŸkil edeceÄŸine iÅŸaret idi.

Harb gemileri bu dâire üzerine ÅŸu sûretle dağılmışlardı: 1 zırhlı , 1 krüvazör, 7 ÅŸilep karşı yönde, 5 zırhlı, 2 krüvazör, 8 torpido İmroz-Teke Burnu arasında;4 zırhlı, 8 torpido, 1 ÅŸilep Merkeb Adası- Bozcaada- Yeniköy arasında ve ayrıca 2 tahtülbahir de (denizaltı) İmroz önünde bulunuyordu. Aynı zamanda önde iki Fransız ve bir de İngiliz tayyaresi uçuyor ve bataryalar civarını bombalıyordu. Bu vaziyete nazaran ön istihkâmların merkezi ve yoÄŸun bir ateÅŸe maruz kalacağı şüphesizdi. Bu esnada öne yaklaÅŸmak isteyen iki İngiliz torpido savaÅŸ gemisi Orhaniye’nin dört seri mermisi karşısından kaçmaya mecbur oldu.

9.36 da Yeniköy-Bozcaada arasındaki Fransız zırhlıları Kumkale-Orhaniye bataryalarını, bataryaların atış menzili dışından ateş altına aldılar. Aynı zamanda İmroz-Teke Burnu arasından da 3 İngiliz zırhlısı Ertuğrul bataryasına yandan ateşe başladı. Yavaş yavaş diğer gemilerin de bombardımana katılması ateşin şiddet ve kesafetini arttırdı. Artık bütün ön istihkâmlar ateş altına alınmıştı. Düşman, toplarının azami tesir menzilinden istifade ederek uzak mesafeden ateş ederek tabyaların atış menzili dahiline girmek istemiyor, ve ağır ve muntazam bir ateşle istihkâmları tahrîbe çalışıyordu.

Ön bataryalar, menzil dahiline giren her hedefe tahsis edilmiş olan toplarıyla ve sessizce mukabele ediyordu. Karşı cihete giden hafif filo da Kabatepe-Kumtepe arasına ve sahilin 1000 metre kadar açıklarına işaret şamandıraları bırakmak sûretiyle nazar-ı dikkatleri başka taraflara yöneltmeye ve mümkün olduğu kadar korunan bölgeleri bozmaya uğraşıyordu. Öğleyin takriben bir buçuk saatlik bir ateş fasılasından sonra bombardıman yine başladı. Gemilerin bu defaki vaziyetine nazaran düşmanın Osmanlı bataryaları atış menziline girmeden mesafelerin uzunluğundan ve menzil içine girdiği takdirde dahi atış menzili dışında kalarak durumdan faydalanmaya çalıştığı anlaşılıyordu. İngiliz gemileri büyük bir dâire üzerinde cephe önünde savaş düzeni alarak ateşe başladılar. Agamemnon ve Infleksibıl zırhlıları Seddülbahir ve Ertuğrul istihkâmlarını pek şiddetli bir ateş altına aldılar. Teke Burnu arkasından Rumeli ve Yeniköy önünden de Anadolu ön bataryalarına ateş eden savaş gemilerinin atışlarını kıyının kuzey batı açığında duran bir gemi idare ettiği gibi, tayyareler de dumanlı fişekler atışıyla hedefleri gösteriyor ve gemilere yardım ediyorlardı.

Saat dörde doğru ateşin şiddeti arttırılarak kısa fasılalı çift yaylımlarla atış başladı. Fransızlar ağır, İngilizler orta çaplı toplarını kullanıyorlar, bu sûretle şu dört Osmanlı bataryasına karşı üç dakika fasıla ile ve bütün gemi cephesiyle ateş ediyorlardı. Bir an oldu ki kıyı istihkâmlarını uzaktan görmek mümkün değildi. İstihkamların civarına düşen mermilerin yığdığı duman bulutları, müthiş tarrâkalar arasında Adalar denizinin lekesiz semasına doğru kademe kademe yükseliyordu.

Düşman, tabyaları tamamıyla tahrîp ettiÄŸini zannetti ve artık kadavra haline gelmiÅŸ olduÄŸuna hükmedilen bu Osmanlı ağır topçu mevzilerine sokulmakta tereddüt etmedi. Önde Vanjans, arkada Büve sistemi iki zırhlı kıyıyı doÄŸru ilerlemeye baÅŸladı. Tam bataryalarımızın menzili içine girer girmez, saatlerden beri bunaltıcı bir ateÅŸ altında ezildiÄŸi zannolunan ErtuÄŸrul ve Orhaniye bataryaları birbirini müteâkip kükremiÅŸ arslan sayhalarıyla gürlediler. ErtuÄŸrul’un dördüncü mermisi Vanjans’ın arka taretine isabet etti. Orhaniye’nin menzili içine giren Agamemnon da arka direÄŸi Çanaklığına bir mermi yedi. Artık bataryalar, serbest atışlarıyla kendilerini sabırsızlandıran bu bîkarar düşman üzerine yakın mesafeden ÅŸiddetli yaylımlarla ateÅŸ açmışlardı. Bu hal karşısında hayal kırıklığına uÄŸrayan düşman bütün gemilerin katılımıyla ve cehennemi bir ateÅŸle karşılık vermeye baÅŸladı. Yaylımlar 40 saniye fasıla ile birbirini takip ediyor ve tabyalardan yoÄŸun ve siyah duman bulutları yükseliyordu. Bu ÅŸiddete raÄŸmen tabyalar karşılık vermekte birdiÄŸeriyle yarış ediyorlardı. İkinci bir ileri harekete cesaret edemeyen düşman saat 6 da ateÅŸ keserek çekilmeye baÅŸladı.

12 zırhlı ve krüvazör ve bir çok torpidodan kurulu bir filonun katılımıyla 1500 e yakın mermi harcadıktan sonra elde ettikleri netice kıyı bataryalarının etraf ve civarına açılmış derin çukurlardan, dış surlar üzerindeki döküntülerden ve insan kaybı dahi hayretler ve şükürler olsun ki 2 şehit, 11 yaralıdan ibaretti.

RuÅŸen EÅŸref – Yeni Mecmua (Haz:Prof. M.Kanar)
—–

Film, gösterim izni için Sansür Kurulu’na verildi. Demokrat Parti döneminin katı kuralcılığı sonucu, 23 Aralık 1952 tarih ve 209 sayılı kararla reddedildi. Sansür hazretlerinin ilk itirazı, Aşık Veysel’in gözlerinin çocuk yaÅŸta geçirdiÄŸi çiçek hastalığından dolayı kör oluÅŸunaydı. Kasabada doktor mu yoktu? Bu film yurtdışında gösterilirse, Türkiye’de çiçek hastalığı yüzünden çocukların kör olduÄŸu izlenimi doÄŸmaz mıydı?..
Çok şükür köyünüzde
Sansürü aÅŸabilmek için filme hastane sahneleri eklendi. Hatta doktorlar konuÅŸturuldu: ‘Çok şükür, artık köyünüzde çocuklar, çiçek hastalığına yakalanmayacak.’
Ama ardından filmde görülen tarlalardaki buÄŸdayların ‘bodur’ oluÅŸuna taktı, sansürcüler. Türk toprakları kıraç gösteriliyor dediler. Bunun da çaresi bulundu. Söz konusu görüntülerin yerine, Amerikan filmlerinden kesilen, boylu boslu ekinlerin yetiÅŸtiÄŸi tarla görüntüleri konuldu. Hatta çaÄŸdaÅŸ tarım araçları da eklendi ki Türkiye’de tarımın nasıl yapıldığını tüm dünya görsün (!)..
Gel gelelim, bu da tatmin etmedi sansürcüleri. Filmde çıplak ayaklı kadınlar vardı. Türk köylüsü çıplak ayakla dolaşır mıydı?.. Tabii, derhal ayakkabı giydirildi.

http://www.sabah.com.tr/2004/02/16/yaz14-10-111.html
—–

İlahi ışığı, henüz İncil’in müjdesiyle tanışmamış bir ülkede yaymak ve temsil etmek görevini üstlendiÄŸim ÅŸu gün ne kadar mutluyum. Kendime söz veriyorum, misyonum uÄŸruna her fedakarlığa katlanacak ve sürünün kaybolmuÅŸ koyunlarını yeniden kazanmak için var gücümle çalışacağım.
8 Temmuz
İşte Türkiye’deyim; bölge sorumlusu Tommy arkadaÅŸla havaalanından kalacağımız eve giderken hayli uyarıcı bilgiler aldım; “Hemen baÅŸlama, biraz sağını solunu tanımalısın; Türkler acayip bir millettir” filan diye bir ÅŸeyler söyledi, ama aldırış etmedim. Bir dakika bile zayi edilmemeli; görev kutsal, görev ağır.
9 Temmuz
Tommy’nin yanıldığı açık; bugün ilk tebliÄŸimi yaptım bile. Adam parkta öylece oturuyordu. SöylediÄŸim her ÅŸeyi gülümseyip başıyla tasdik ederek saatlerce dinlerken ruhumun göklere deÄŸdiÄŸini hissetmiÅŸtim. Bizi seyreden simitçi, sonradan o adamın sağır olduÄŸunu söyleyince biraz moralim bozuldu ama olur öyle ÅŸeyler.
11 Temmuz
Üçüncü gün; Tommy hâlâ “erken henüz” diye ısrar ediyor. Mânâsız bir ısrar bu; kurtulması gereken o kadar çok ruh var ki burada.
Çorap almaya inmiÅŸtim semt pazarına. Nasıl oldu anlamadım ama eve dönerken artık benim altılı çelik tencere takımım vardı. Önemli deÄŸil, tencere gerekli bir araç nasıl olsa. Tencereci arkadaÅŸa müjdeyi tebliÄŸ ettim. “Ayıpsın abi, Hazreti İsâ’ya can fedâ.” dedi, ben aÄŸladım. Söz verdi, pazar toplantılarına gelecek; hatta bana bir adres bile verdi. O adrese gidersem bir sürü insanı misyona katabilirmiÅŸim.
21 Temmuz
Tommy hâlâ “gitme, bak karışmam” diyor; iÅŸte bu aşırı ihtiyatkârlık yüzünden buralarda İsa’nın mesajı yeterince bilinmiyor zaten.
Gittim; ÅŸehrin kenarında kalabalık bir mahallede bir apartmanın altıncı katına çıktım. İçeride bir hayli erkek vardı; beni içeri aldılar, mobilyasız bir salona geçtik. Çay getirdiler; hatır sordular. Tam lâfa baÅŸlarken biri parmağıyla “sus” iÅŸareti yaptı. İçeriden yaÅŸlıca bir adam çıkıp salona gelince herkes gibi ben de ayaÄŸa kalktım. Sonra adam konuÅŸmaya, bir nevi vaaz vermeye baÅŸladı.
Şöyle bir dinledim; eh fena şeyler değil. Toplantıdan sonra herkes birbirine sarıldı, yeniden çay ikram edildi.
Burayı sevdim, yarın da geleceğim.
2 AÄŸustos
Yine aynı ÅŸeyler oldu; bir ara fırsat bulup salondaki arkadaÅŸları misyona kazandırayım dedim. Tam “İsa” demiÅŸtim ki, ihtiyar vaiz “İsa dedin de aklıma geldi.” deyip çok tatlı bir bahis açtı. Öyle güzel anlatıyor ki baÅŸladım aÄŸlamaya.
Zor teselli ettiler; sonra ortaya sofra geldi. Yemek yedik. Kuşbaşılı pilav nefisti; hele cacık!
12 AÄŸustos
Tommy beni tesbihle oynarken yakaladı. “Nereden buldun” diye sıkıştırıyor. “Dükkanın birinden aldım.” dedim. Tesbih bana iyi geliyor, meditasyon yerine geçiyor. Bir tane de Tommy’e mi alsam?
6 Eylül
Bugün hep birlikte camiye gittik. “Bakayım” dedim burada neler yapıyorlar, nasıl ibadet ediyorlar. Mecit diye bir temiz yüzlü arkadaşım var cemaatten. Bana abdest almayı öğretti caminin avlusunda. Tuvaletleri pek temiz deÄŸil ama abdest çok güzel bir olay.
Fırsatını kolluyorum; bunların hepsini Protestan etmezsem bana da Mahmut demesinler!
16 Eylül
“Nereden çıktı bu Mahmut?!” diye çıldırdı Tommy. “Kod adım.” dedim. Anlamadı. Anlamaz tabii. Ben ne yaptığımı biliyorum. Åžimdilik sesimi çıkarmıyor, toplantılara muntazaman devam ediyorum; ezan okununca “Hadi camiye gidelim Mahmut” diyorlar, gidiyorum. “Neler okuyorsunuz fısır fısır?” diye sordum. Öğrettiler. Fatiha çok güzel bir sûre. Tommy’e de öğretmeliyim.
1 Ekim
Tommy beni evden atmaya kalkıştı dün. “Seni kandırıyorlar, Müslüman yapacaklar enayi.” diye çıkıştı. İtiraz ettim, “Ben bunların içyüzünü öğrenmeye çalışıyorum Pastör Tommy.” dedim. “Sırlarını öğrendiÄŸim an, bunları sürü halinde önüme katıp Sarayburnu’ndan denize sokup cümlesini birden çatır çatır vaftiz etmezsem bana da Mahmut demesinler.” dedim.
“Çık dışarı aptal.” diye kovdu beni. Misyondan gelen aylığımı da kesti. Vermezse vermesin, cemaatteki arkadaÅŸlar aralarında para toplayıp verdiler. Geceyi ucuz bir otelde geçirdim. Bugün Mecit’in evine taşınıyorum.
Az kaldı az.. Dayan oğlum Mahmut!
6 Kasım
Mecit benim için istihareye yatmış; “YeÅŸil gördüm Mahmut.” dedi, “Nurlar içindeydin, hidâyet nasip oldu sana ne mutlu.” dedi. Tabii aldırış etmiyorum, fakat hoÅŸuma gitmedi de deÄŸil.
9 Kasım
Bugünlerde cemaate İngilizce dersleri vermeye başladım; sabah namazını topluca edâ ettikten sonra kuşluk vaktine kadar ders veriyorum. Kuşlukla öğle arasında tefsir dersleri yapıyoruz. Beni artık iyice kendilerinden zannediyorlar.
21 Kasım
Yeni damat olduÄŸum için dört günden beri günlük yazamadım. Mecit’in teyzesinin kızı Sabiha ile nikahlandık dün. Nikâhımızı Saadettin Hoca kıydı saÄŸ olsun. Sünnet dediÄŸin ise sinek ısırığı gibi bir ÅŸey zaten, çabucak geçti. Bu sabah yolda Tommy ile karşılaÅŸtık. “Kiliseye yazdım, seni defterden sildiler.” dedi. Güldüm, hâlâ o bayatlamış misyoner kafası iÅŸte. Benim din deÄŸiÅŸtirdiÄŸimi sanıyor gerzek. Halbuki ben…
28 Kasım
Ne kadar üzgünüm. Mecit, “Nasip deÄŸilmiÅŸ, seneye gidersin” diyor. Hac kayıtları kapanmışmış. İstesem ecnebi pasaportumla Mısır üzerinden vize alır giderim, ama ben olayı içeriden, herkesle bütün mü’minlerle birlikte yaÅŸamak istiyorum oysaki.
19 Aralık
Sabiha ile teheccütten sonra YaÅŸar Hoca mevzusu geçti aramızda. Yav bu YaÅŸar Nuri Hoca iyi adam hoÅŸ adam fakat ne bileyim çok modern bir duruÅŸu var gibi sanki; hani, “İslâm’ı en iyi ben bilirim” ÅŸeklinde bir dayılanma.
Öğleden sonra yayıncımla sözlü anlaÅŸma yaptık; ilk eserim iki ay sonra çıkıyor: “İslâm’ın selefî boyutlarına dinamik bakışlar”. Yayıncım, “fiyatı iki lira yaparsak üç yüz bin satarız.” diyor.

A.Turan Alkan Zaman/Turkuaz
—–

Windows’un Masaüstü, Sık Kullanılanlar, Belgelerim gibi sistem klasörleri baÅŸlangıçta Documents and Settings klasörü altında kullanıcının kendi adını taşıyan klasörlerde yer alıyor. Bunların yerini deÄŸiÅŸtirmek istiyorsak, mesela Belgelerim klasörünü D:\Belge klasörü altına taşımak istiyorsak;

REGEDIT programını açıp,
HKEY_CURRENT_USER\Software\Microsoft\Windows\CurrentVersion\Explorer\User Shell Folders yolunu izliyoruz.
SaÄŸ taraftakideÄŸerleri istediÄŸimiz ÅŸekilde deÄŸiÅŸtiriyoruz.
—–

Bundan sonra harf kodlarken bunları kullanacakmışız.

A-Adana, B-Bolu, C-Ceyhan, Ç-Çanakkale, D-Denizli, E-Edirne, F-Fatsa, G-Giresun, H-Hatay, I-Isparta, İ-İzmir, K-Kars, L-Lüleburgaz, M-Muş, N-Niğde, O-Ordu, Ö-Ödemiş, P-Polatlı, R-Rize, S-Sinop, Ş-Şırnak, T-Tokat, U-Uşak, Ü-Ünye, V-Van, Z-Zonguldak.

Türk Kodlama Çizelgesi belirlendi
—–

Türkçe’de tek bir kelime ile ifade ettiÄŸimiz bilgiye, İngilizce bazen tam bir cümle kurarak ulaÅŸabiliyoruz. İşte vermek kelimesi ve İngilizce’de karşılıkları

Türkçe İngilizce

veriyorum: I give,I am giving (present contionous tense, indicative mood)
veririm: I give (present aorist tense, indicative mood)
vereceÄŸim: I shall give (future tense indicative mood)
verdim: I gave, I have given (Paste definitive tense, indicative mood)
versem: If I give (Optative tense, subjonctive mood)
vereyim: Let me give (subjonctive tense, subjonctive mood)
vermiÅŸim: It is said that I gave (past dubiativetense, indicative mood)
vermeliyim: I must give (necessiative mood)
veriyordum: I was giving(past continuous tense tense, narrative mood)
verirdim: I used to give
verecektim: I shall have given
verdiydim: I had given
vermiÅŸtim: It is said that I had given
verseydim: If I gave
vermeliydim: I ought to have given
veriyormuÅŸum: They said that I was given
verirmiÅŸim: It is said that I would give
verecekmiÅŸim: It is said that I shall give
vermiÅŸmiÅŸim: It is said that I had given
verseymiÅŸim: It is said that if I had given
vereymiÅŸim: I vished I had given
vermeliymiÅŸim: It is said that I should have given
veriyorsam: If I am giving
verirsem: If I give, If I would give
vereceksem: If I am to give
verdiysem: If I have given, if I gave
vermiÅŸsem: It is said that if I had given
verebiliyorum: I can give, I am able to give
verebilirim: I will able to give
verebileceÄŸim: I shall be able to give
verebildim: I was able to give
verebilmiÅŸim: It is said that I was able to give
vermiş olacağım: I shall have given
vermekte olacağım:I shall be giving (continuous)
vermiÅŸ olabilirdim: I could have given
vermekteydim: I am giving (Progressive form)
verince: (prior to completion ) at the time of his giving
verdikçe: as long as s/he gives
verdikten sonra: after giving
verdiği için: because s/he gave
verdiÄŸi takdirde: if s/he should give
verir vermez: as soon as s/he gives
veriver: give it quickly
verirken: during the time of his /her giving
veren: the one who gives, the giver
vere vere: by giving and giving
vereli: since (his /here) giving
verip: while giving
verircesine: as if s/he (were or was) giving
vere: taht gives, that has given, giving…
—–